Yukarı
146227

'Erdoğan da bu cinayetten sorumlu'

26 Ocak 2015 10:14

C­­HP İzmir Milletvekili ve eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı politikalarını ve olası yaptırımları anlattı. Meclis’teki odasında görüştüğümüz Türmen, haftaiçi görülen Ali İsmail Korkmaz davasına ve Yüce Divan oylamasına da değindi…

Batı, son günlerde Türkiye’nin Suriye’ye geçen cihatçıları görmezden geldiğini ve aynı zamanda da mühimmat ve silah yardımında bulunduğunu tartışıyor. Bu tartışmaların uluslararası hukuk nezdinde bir değeri var mı?

BM şartına göre devletlerin birbirine kuvvet kullanması yasak. Bunun tek istisnası; meşru müdafaa hakkıdır. Bir ülkenin içinde içsavaş varken, başka bir ülkenin o savaşan taraflara yardım etmesi de bir saldırı olarak görülüyor. Uluslararası Adalet Divanı ve ABD’nin Nikaragua kararında şöyle ifade ediliyor: “Bir devlet, başka bir ülkedeki silahlı güçlere savaşmak üzere silah, mühimmat ve lojistik destek veriyorsa; bu, o ülkeye karşı yapılan bir saldırıdır.” Bu durumda diğer devlete meşru müdafaa hakkı doğar. Türkiye’nin yaptığı ve yapmaya devam ettiği şey, uluslararası hukuka aykırı bir davranış. Mesela TIR olayı… Araçların içinde mühimmat taşındığı çok açık bir şekilde ortada. Her ne kadar hükümet bunun yardım malzemesi olduğunu söylese de, bütün dünyaTIR’ların içinde ne taşındığını çok iyi biliyor. Bu noktada uluslararası hukukun ihlal edilmesi bazı sorumlulukları doğuracak elbette.

Nedir onlar?

Suriye’nin, Türkiye’ye karşı tazminat hakkı doğar ve işi Uluslararası Adalet Divanı’na götürebilir. Onun dışında insanlığa karşı işlenmiş bir suç varsa Uluslararası Ceza Mahkemesi de yetkilendirilebilirdi. Ancak Türkiye, Roma Statüsü ve Adalet Divan’ı kararlarına imza atmadığı bu mercilere taraf değil. Bu arada Avrupa Birliği’ne üye veya müzakere eden ülkeler arasında Uluslararası Ceza Statüsü’ne taraf olmayan tek ülke Türkiye. İlerleme raporunda da bunun altı özellikle çiziliyor ve Türkiye’nin mutlaka taraf olması gerektiği söyleniyor zaten. Türkiye hem hukuki, hem de siyasi bakımdan Batı değerlerini benimsemiş ülkeler arasında yer alıyor. Avrupa Konseyi üyesi, AİHM’e taraf, AB’ye girmek için müzakereler yapıyor, aynı zamanda NATO ve OECD üyesi bir ülke… Böyle olunca o değerleri benimseyip, benimsemediğiniz, sorgulanıyor.

Biraz daha açar mısınız?

Eğer siz, bu kulüplere üye olmayıp, sadece Ortadoğu ya da Güney Doğu Asya’da ufak bir ülke olsaydınız bu sorgulanmazdı. Kulübe üye olup, onun değerlerine uyuşmaz bir politika izlediğinizde eleştirilere maruz kalırsınız. Bu durum karşısında Türkiye kalkıp, “Bu, benim iç işimdir. Sen ne karışıyorsun kardeşim” diyemez. İnsan hakları artık evrensel ve uluslararası olduğu için karışılması çok doğal. Bu yüzden Türkiye, ağır bir uluslararası baskı altında. Türkiye’nin itibarı, bu iktidar döneminde giderek sıfırlanıyor.

Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne neden taraf değil?

Roma Statüsü müzakere edilirken biz, terörün de bu kapsama alınmasını istedik ama kabul ettiremedik. Bunun nedeniyse o yıllarda kimin terörist olup olmadığını kolayca anlaşılamaması ve terörün net tanımının yapılamamasıydı. O zaman ABD’deki 11 Eylül olayı yaşanmamıştı. Şimdi olsa ABD terörü bu kapsamdan değerlendirmek isterdi ancak aynı Türkiye ister miydi emin değilim. Türkiye’nin o dönemde Roma Statüsü’ne imza atmamasının sebeplerinden biri de içeride yaşananlar olmuştu. İşkence, insan hakları ihlalleri, faili meçhul cinayetler gibi ihlaller vardı. O zamanki hükümetler, “Uluslararası Ceza Mahkemelerinde başımıza iş açılır mı acaba” diye korktular. Şimdi de AKP hükümeti fellik fellik girmekten kaçıyor.

AKP neden kaçıyor?

Demek ki gocunduğu bir şey var. Eğer olmasaydı girerlerdi çünkü Türkiye’nin imza atması için uluslararası bir baskı da söz konusu…

Bu uluslararası baskıya ne kadar dayanabilirler?

Türkiye’nin, AB ile olan ilişkileri geliştikçe ve tam üyelik ufukta gözüktükçe bu engelleri ortadan kaldırmak zorunda kalacak.

Diyelim ki üyelik kesinleşti. O zaman yaşanacak muhtemel senaryo ne olur?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bir savcısı var. Öncelikli olarak savcı, ihbarları kabul eder, inceler. Eğer mahkemenin yetkisine giren, insanlığa karşı işlenmiş suçlardan biri varsa suçları işleyenleri yargılar ya da Türkiye içinde yargılanmasını sağlar. Devlet de bu karara uymak zorunda kalır. Tıpkı Milosevic gibi… Ancak şu da var; taraf olmasınız bile BM Güvenlik Konseyi bir yakalama kararı çıkarabilir. Konsey böyle bir karar verirse bu, taraf olmayan devletler için de bağlayıcı olur.

Hollanda’da, muhalefetteki Hristiyan Demokrat Parti, “MİT’in, Suriye’de Esad’a karşı savaşan radikal İslamcılara mühimmat taşıyan TIR’larıyla ilgili belgeleri elimizde” açıklaması yaptı. Uluslararası hukuk açısından böyle bir belgenin kıymeti var mı?

Tabii ki var. Bu, uluslararası hukukun ihlal edilmesinin belgelenmesi anlamına gelir. Siyasi bakımdan hükümeti müşkül durumda bıraktığı gibi hukuki açıdan da sorumlu olmasına neden olur.

Az önce Türkiye taraf olmadığı için sorumluluğu yoktur demiştiniz…

Gene de bir sorumluluğu vardır. Suriye, Türkiye’ye “Savaşan taraflara yardım göndermekle; BM şartına aykırı davranıyorsun, uluslararası hukuku ihlal ediyorsun, bu sorumluluk gerektiren bir durumdur. Buna bir son ver ve bana tazminat öde” diyebilir. türmenİkili düzeyde Türkiye için hukuki bir zorunluluk doğabilir. Tıpkı Mavi Marmara olayında Türkiye’nin İsrail’den tazminat talep etmesi gibi…

Hükümetin uluslararası hukuk boyutunda ihlalleri olduğunu konuşuyoruz ama aynı zamanda Türkiye’deki bazı yargı kararlarını tanımadığına da şahit olduk. Bir hükümetin, yargının kararını tanımaması ne anlama gelir?

Hükümet pek çok “yürütmeyi durdurma kararını” tanımadı, tanımayacağını da ifade etti. Hükümetin, yargının kararını tanımamasının anlamı şu: “Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan uzaklaşması.” Hukuk devletleri yargı kararlarına uyarlar çünkü yargı aynı zamanda siyasi iktidarın yetki alanını da tayin eder. Bir hükümetin yargı kararlarını tanımaması, “Ben ülkeyi hukuk dışı yönetiyorum” demektir. Daha teknik bir anlamdaysa adil yargılama ilkesinin ihlalidir bu. Eğer bir hükümet yargılamadan sonraki kararı tanımıyorsa bu, zaten yargılamanın yapılamadığı anlamına da gelir. Bu durum Nazi Almanyasında Schmidt’in dediğine benziyor; “Olağanüstü durumlarda yöneten, egemen olan hukuğu da yapar.”

Peki, bizde olağanüstü bir durum var mı?

Var tabii. Bu ülkede ne yapsanız hükümete karşı darbe olarak nitelendiriliyor ve iktidar da bunu yaptığı her hukuk dışı uygulama için bir bahane olarak kullanıyor. Batı dünyası, “Bu suçlamalarla ilgili bir yargılama var mı, yok mu? Doğru düzgün bir soruşturma yapılıyor mu, yapılmıyor mu? Ondan haber ver” diyor. Dünya kadar delilin olduğu yolsuzluklarla ilgili hiçbir şey yapılmadığını, dosyanın üzerinin örtüldüğünü Batı gördü.

Peki, bu yargı tanımazlık durumu ileride AB için bazı sözleşmelere imza attığımızda önümüze engel olarak çıkar mı?

Tabii ki. Bir kere AİHM’den, insan hakları ihlalleriyle ilgili dünya kadar karar çıkıyor. Bunların düzgün bir şekilde uygulanması lazım. Türkiye’nin bu şekilde devlet topluluğu içerisinde yaşaması da zorlaşır. Batı ile aynı değerleri paylaşıyor musunuz, yoksa paylaşmıyor musunuz, mesele aslında bu. Bugün Türkiye’deki yönetim, bu değerleri paylaşmaz hale geldi. Bu yüzden de Putin ile aynı kefeye konuyor. En son Paris’te de Başbakan’ın ne kadar yalnız kaldığını gördük. Türkiye’deki sistemin adı seçilmiş otoriterliktir. Seçimle işbaşına gelmiş olsalar bile, devleti yönetim şekli demokrasiye bağdaşmayan bir sistem bu.

Yalnız kalmaktan kastınız nedir?

İzole edilirsiniz. “Bugün Sayın Cumhurbaşkanı hangi ülkeleri ziyaret ediyor, kimlerle konuşuyor” diye bakarsanız bunu görürsünüz.

Psikolojik bir izolasyon mu, yoksa bunun fiziki yaptırımları da olabilir mi?

Hukuk güvencesi olmayan bir ülkeye yabancı sermaye gelmez, olan da kaçar çünkü ülkeyi keyfi bir şekilde yönetiyorsanız kimin başına ne geleceği hiç belli değildir.

Hukuk sisteminin oturmadığı bir ülkenin AB’ye girme şansı var mı?

Yok. Hiçbir dönemde Türkiye’de, insan hakları ihlali bu kadar ayyuka çıkmamış ve temel hak ve özgürlükler bu kadar baskı altına alınmamıştı.

AKP iktidarı gerçekten AB’ye girmek istiyor mu?

Bugün AB kalkıp Türkiye’ye “Tam üye ol” dese, AKP bunu istemez diye düşünüyorum. AKP’nin projesinin AB olduğunu sanmıyorum çünkü.

AKP’nin projesi ne sizce?

Sanırım AKP’nin projesi; otoriter, totaliter, muhafazakâr, demokrasiden uzaklaşmış, aynı zamanda neo- liberal, ne pahasına rızaolursa olsun köşeyi dönmek isteyenlerin artığı, yoksulun ezildiği, zenginin daha zengin olduğu, yolsuzluğa ve ranta prim veren bir Ortadoğu ülkesi yaratmak. Kendi kararlarını kendi veren, çağdaş olmaya çalışan bir toplum yerine AKP, kendisine biat edecek bir nesil yetiştirmek istiyor. Dolayısıyla iktidarın kafasındaki proje çok ürkütücü. Az önce Erdoğan’ın, “Putinvari” bir hal aldığından söz ettiniz. Şanghay Beşlisi’ne girmek istemesinin nedeni sizce ne? Orayı kendine daha uygun görüyor. Türkiye oraya girerse iktidarın, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi dertleri olmayacak çünkü.

İKTİDAR YOLSUZLUĞU

CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen, dört bakanın Yüce Divan oylaması hakkında şunları söyledi…

Batı’da hazırlanan Yolsuzluk Endeksi rapolarında Türkiye her geçen gün biraz daha geriye düşüyor. Dış itibarımız sıfırlanıyor. Eğer dört bakan Yüce Divan’a gitseydi yargılanacak ve bu bakanların sorunu haline gelecekti. Ancak yolsuzluk iddiaları artık bakanların yargılanmasına engel olan AKP iktidarının sorunu. Böylece iktidar yolsuzluğu üstlenmiş oldu. Yolsuzluk soruşturması kapsamında 30’dan fazla şüpheli gözaltına alınmış fakat kimse yargı karşısına çıkarılmamıştı. Verilen takipsizlik kararı, bir hukuk faciasıdır. Hükümet bunların üstünü örtmeye çalıştığına göre ortada korkulacak bir şey var. Bunun üzerini örtmenin Türkiye’ye ağır bedeli olacak çünkü hükümet yargıyı tamamen kontrolü altına aldı. Soruşturmada ele geçirilen deliller çok açık. Bakanlar ne zaman, kimden para almış hepsi apaçık ortada. AKP’nin dediğiyse, “Bu deliller hukuka aykırı olarak ele geçirildi. Kuvvetli şüphe yokken telefon dinlemesi yapıldı. Aslında dinleme en son çaredir.” Fakat telefon dinlemeleri hakim kararıyla yapıldı ve bu hakimin takdirine kalan bir karar.

‘BAŞBAKAN DA EN AZ POLİS KADAR BU CİNAYETTEN SORUMLUDUR’

Türmen, Gezi olayları sırasında Eskişehir’de polis tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasını da değerlendirdi. Ali İsmail Korkmaz’ı öldüren polis, protestoları hükümete karşı düzenlenen bir darbe girişimi olarak nitelendirdi. Bunun darbe girişimi olduğunu ilk söyleyense dönemin Başbakan’ı Erdoğan’dı. Adam öldürdüğü için polisi mükafatlandıran ve “Destan yazdı” diyen de oydu… Bu noktada Başbakan da en az polis kadar bu cinayette sorumludur. Bu tür toplumsal olaylarda hükümet, polise kol kanat geriyor. Dolayısıyla memurda, “Ben ne suç işlersem işleyeyim, bundan sıyrılırım” anlayışı var. Gezi sürecinde gösteri ve yürüyüş hakkını kullandı diye Çarşı taraftar grubuna bile “Darbeye teşebbüsten” dava açıldı. Tüm bunlar yaşanırken de polis doğal olarak “Hükümete karşı darbe yapıldı, benim de görevim buna engel olmaktı” dedi.

TARAF



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


Diğer Haberler

AFAD duyurdu: Tokat'ta 5.6 büyüklüğünde deprem!

Tokat’ın Sulusaray ilçesinde 5.6 büyüklüğünde deprem meydana geldi. AFAD’dan yapılan açıklamaya göre Tokat’ın Sulusaray ilçesinde 5.6 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem, saat 18.11...

Özgür Özel'den Erdoğan'la görüşme açıklaması: Önemli gündemlerim olacak

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştireceği görüşmeye ilişkin olarak gazetecilere açıklama yaptı.


Bakan Fidan'dan 'Demirtaş ve Kavala' şartı koyan Hollanda'ya ziyaret

Hollanda Parlamentosu'nun, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Gezi Davası hükümlüsü iş insanı Osman Kavala hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmaması halinde, AB'nin Türkiye...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Arslan'a veda töreni

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan’ın görev süresinin 20 Nisan’da dolması nedeniyle başkanlık koltuğuna Kadir Özkaya oturacak. AYM’de Zühtü Arslan için yarın veda töreni yapılac...


APP plaka satan kişi yakalandı

İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, sosyal medya hesapları üzerinden sahte mühürlü ve mühür k...

CHP'nin yeni grup başkanvekili belli oldu

CHP'nin yeni grup başkanvekili Ankara Milletvekili Murat Emir oldu. CHP'de, Burcu Köksal’dan boşalan CHP Grup Başkanvekilliği için yapılan seçim tamamlandı. CHP'nin diğer grup başkanvekil...


Kuran kursu davasında yeniden karar çıktı!

Konya'da 2008 yılında, 17 öğrenciyle 1 eğitmenin öldüğü, 29 kişinin de yaralandığı ruhsatsız 3 katlı kız Kuran kursu binasının, gaz sıkışması kaynaklı patlamada çökmesine ilişkin 11 sanığ...

AYM'den uzman çavuş kararı

Anayasa Mahkemesi, 6 ay veya daha fazla hapis cezası alan jandarma uzman erbaşların sözleşmelerinin feshedilmesini öngören yasa hükmünü iptal etti. Anayasa Mahkemesi (AYM), jandarma uzman...


Yabancı gözlemcilerden 31 Mart yorumu

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nden 24 kişilik heyet 31 Mart seçimini yerinde takip etti. Gözlemciler, yüzde 78'lik katılım oranına dikkat çekti. Avrupa Konseyi Yere...

SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

İbrahim Tatlıses oğluna ‘Yok artık öyle beleşten hayat’ dedi: Mirasını açıkladı

Oğlu Ahmet Tatlıses ve torunu Mert Tatlıses ile davalık olmasıyla gündeme gelen İbrahim Tatlıses miras açıklaması yaptı. İbrahim Tatlıses ‘Aramızda Kalmasın’ isimli magazin programına gön...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Uzmanı uyarı: Grip deyip geçmeyin

Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, "Grip deyip geçmemek gerek. Hafif de olsa altta yatan, eşlik eden hastalığı olan kişilerin bir sağlık kuruluşuna başvurması ve gerekli önlemeleri zamanında alması gerekiyor" dedi. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, ilkbahar gelinceye kadar sonbahar ve kış aylarında en çok influenza vakalarıyla karşılaşıldığını söyledi.

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR