Yukarı
164419

‘Babamın Kanatları’

06 Aralık 2016 10:36

Yönetmen Kıvanç Sezer, ‘Babamın Kanatları’ filmiyle adeta cehenneme dönen inşaat sektöründeki işçi cinayetlerine ve arkasında dönen dolaplara kamerasını çevirdi.

“Yeni bir yaşam yükseliyor. Hayalinizdeki eve kavuşmak için elinizi çabuk tutun!” reklamlarıyla pazarlanan gökdelenlerden her gün yeni bir iş cinayeti haberi geliyor. Size hayallerinizi vadeden bu gökdelenlerin duvarları nasıl örülüyor? Bu duvarların harçları nasıl karılıyor? Burada kimler bedel ödüyor? Bu duvarların arkasında neler oluyor?

Yönetmen Kıvanç Sezer ilk uzun metrajlı filmi ‘Babamın Kanatları’nda inşaat sektöründe yaşanan emek sömürüsüne ve işçi cinayetlerine kamerasını çeviriyor. Kimi maden ocağında kimi bir inşaatta kaderine terk edilirken göz göre göre gelen ölümler ve sonrasında dönen dolaplar ‘Babamın Kanatları’nda resmediliyor. Bu hafta vizyonda olan filmin yönetmeni Sezer: “Filmden çıkan insanların evine gittiğinde, ‘Acaba bu evi kim yaptı? Bu evi yapan acaba İbrahim Usta gibi birimiydi? Burada da birileri öldü mü?” düşünsünler istedim” diyor.

Koca koca insanların ‘fıtrat’, ‘kader’ diye tanımladığı işçi ölümleri ve arkasında dönen dolapları ‘Babamın Kanatları’yla beyazperdeye taşıdınız. Sizi bu hikâyeyi anlatmaya iten şey neydi?

2010’da üniversiteli bir gencin çalıştığı inşaattan düşüp yaşamını yitirdiği haberini okudum. Türkiye’de günde en az üç işçinin ölüyor olması, bana bu meselenin arka planında neler olduğunu düşündürdü. Daha geçen gün bir üniversite öğrencisi Muğla’da çalıştığı inşaattan düşüp hayatını kaybetmiş. Bu mesele o kadar güncel ki, her gün yaşadığımız bu sorunu kendi meşrebimce, kendi araçlarımla en iyi sinemada anlatırım diye düşündüm. Sinemanın gücüne güvenerek bu meseleyi topluma daha rahat ulaştırabileceğime kanaat getirdim. İnşaatlara gittim, işçilerle tanıştım filmi geliştirip üç yıllık bir çalışmanın ardından filmi hayata geçirdik.

Babamın Kanatları, işçi cinayetleri ve kimlik meselesi üzerinden yürüyen bir hikâye. Siz filminizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

İnşaat Kürt işçilerin yoğun olarak çalıştığı bir işkolu. Film de kimlik meselesi illa ki var. Başörtülü bir karakter de var. Bunların hiçbiri sadece kimlik meselesine odaklanmak için değil. Filmde tüm karakterlerin ortak noktası; işçi ve emekçi olmaları. Karakterleri taşeron sistemin, hiyerarşi içindeki pozisyonları belirledi. Onun için bu film Kürt meselesine dair bir film değil ama Kürtlerin de meselesi olan, tam da sınıf meselesine dair bir film. Çünkü bu mesele hepimizi bağlıyor. Bu Brezilya, Arjantin, Dubai ya da İran fark etmiyor dünyanın birçok yerinde yaşanan sınıfsal bir sorun.

Etrafımızı saran yüksek binalar gökyüzünü kaplıyorken, o duvarlardan sızan kan hepimize dolaylı yoldan bulaşıyor. Diğer yandan tüm bu çirkinlikler güzel ve iyi yaşam olarak pazarlanıyor…

Türkiye dahil dünyanın bir çok şehrinde, kentleşme mantığı büyük bir metropol üretme üzerine kurulu. Bu çerçevede dikey olarak büyüyen konutlar, bu konutlar üzerinden para kazanan, rant büyüten bir sistem var. Bu bir çark ekonomiyi döndürüyor. Bu çarkların arasında ezilen insanlar var. Her gün yeni işçi ölümleri haberleri geliyor. Bu insanlar rakamlardan ibaret değil. Aslında çok basit önlemler alınarak bunun önüne geçilebilir. Devlet denetlemiyor. İşveren oldukça rahat. İşverenin sorumluluk alabileceği bir taşeron sistemi yok. Olayların üstünü kolayca örtebiliyorlar.

Filmde de gördüğümüz gibi işçiler tamamen işverenlerin insafına terk edilmiş durumda…

Yurtdışında “Türkiye’de iş yasası yok mu?” diye soruyorlar. “Bu sizin anlattığınız şey nasıl mümkün olabiliyor?” diyorlar. Ben de diyorum ki; ‘İş güvenliği yasası var. Hem de ileri bir iş yasası. Ama bu yasayı uygulayan, denetleyen yok”. Tabi bir diğer mesele sendikalar. Örgütlülük inşaatlarda çok düşük. Bu biraz işin gereği de böyle oluyor. Çünkü sürekli gezen ekipler var dolayısıyla, işçi tamamen kendi emeğinin kurbanı ediliyor. Ben biraz da bu çarkın arka planını, o çarkın içinde arada kalan insanların neler yaşadığının altını çizmek istedim.

Filmde muhafazakârlıktan, işçilerin sorunlarından, kimlik sorunundan bahsediyorsunuz. Bu anlamda Babamın Kanataları özel bir film olmasının yanında günümüzün gerçekleriyle çok örtüşüyor. Sizin için sinemada gerçekçiliğin nasıl bir önemi var?

Gerçekçilik, tüm hikâyeyi üzerine bina ettiğim alan. Beni, ayağı gerçeğe basan, toplumdaki bir meseleye işaret eden ve buradan hareket noktasını alan filmler etkiliyor. Ben bu bağlamda filmler yapmak ve bu bağlamda tartışılmak isterim.

Politik sinema denince ilk akla gelen sloganlar, sert ifadeler. Buradan hareketle siz filminizi nasıl yorumluyorsunuz?

Sloganvari, ajitasyon bunlar tabii ki sanatın içerisinde tarzlar. Bunu tercih etmedim. Olaylara biraz daha soğukkanlı yaklaşmaya çalıştım. Aslında seyirci çok ‘cool’ ve bu hikâyeleri zaten biliyorlar. İnsanlara bir şeyler öğretmek gibi bir iddiam yok. Bu kaldı ki sinemanın esas gücünün yattığı yer değil bence. Dolayısıyla ben daha hayatın içinde es geçtiğimiz küçük detayların, durumların, sinemasınını güçlü bir ifade aracı olduğunu; sinemanın tam da buraya yakıştığını düşünüyorum.

Filmde Menderes Samancılar’ın oyunculuğu çok konuşuldu. Siz filmin ana karakteri İbrahim Usta’yı ‘Menderes Samancılar’ı düşünülerek mi yazdınız?

Önce İbrahim karakterini yarattım. Sonra İbrahim karakterini kafamda canlandırırken bu imajın en çok kime benzediğini düşündüm ve Menderes Samancılar geldi aklıma. Özellikle mimikleriyle, ifadesiyle çok güçlü anlamlar iletebilen bir oyuncu. Bu sadece oyunculuk yeteneğiyle ilgili bir şey değil. Filme kendi ruhunu kattı diye düşünüyorum.

Filmin öne çıkan bir diğer karakteri Yusuf. Kulağında küpesiyle, kurduğu hayallere baktığımızda çok iyi bir gözlem var. Yusuf’un dünyasını nasıl bu kadar özgün içselleştirdiniz?

Filmin araştırma aşamasında birçok şantiyeye gittim. Gözlem yapmanın yanı sıra oradan arkadaşlar edinip onlarla ara ara buluştum; çay içip, muhabbet ettim. Orada kulağında küpe olan bir işçiyle karşılaştım, çok ‘cool’du. Konuşup gözlem yapınca bu yazım sürecine de çok şey katıyor. Yusuf aslında sınıf bilinci olan bir karakter değil. Bireysel çıkarları peşinde daha çok kendini kurtarmaya çalışıyor. Yusuf temsili olarak bir tarafıyla iyi hayalleri olan ancak başkalarının üstüne basıp yükselmeye çalışıyor.

Şantiyedeki işçiler hikâye için neler söylediler? Tüm bu yaşananlara nasıl bakıyorlar?

Aslında farkındalık var. Ama bir taraftan da işini kaybetme korkusu hâkim. İnşaat özelinde sömürünün çok billur olduğu bir alan. Belki bir plaza çalışanı için her şey bu kadar net değil, çetrefilli ilerliyor olabilir. Burada öyle değil, çok net. Ölebilirsin, sakat kalabilirsin, maaşını almıyorsan ailen aç kalabilir, sen aç kalabilirsin... Dolayısıyla işçiler bilinçli, ancak örgütlü olmadıkları için de korkuları var, çünkü çok yalnızlar.

Bu sektörde sömürü düzeni sizin de dediğiniz gibi çok net ve değişen bir şey yok. ‘Babamın Kanatları’ da tüm bu bilinenleri bir kez daha söylüyor. Peki ya sonra…

Tabii film seyirciye bir kurtuluş yolu sunmuyor. Daha ziyade bir durum tespiti yapıyor. Bu tespitten de duygu çıkarmaya çalışıyor. Filmden çıkan insanların evine gittiğinde, ‘Acaba bu evi kim yaptı? Bu evi yapan acaba İbrahim Usta gibi biri miydi? Burada da birileri öldü mü?” düşünsünler istedim. Sanki bu bina hep burada vardı… Ama birileri yaptı bu binaları, yaparken de bedel ödedi. Temel olarak umut tartışmasını filmde yaptım ama bu filmin senaryosu gereği pek ortaya çıkmadı. Umut nerededir, umut nedir, gibi bir tartışmayı daha çok kendi içimde yapıyorum. Dolayısıyla ikna edici yanıtlar bulabilirsem sonraki filmlerimde paylaşmak istiyorum.

İbrahim’in eşinin sessiz ancak bir o kadar da etkili direnişi belki de bir umut olarak görülebilir…

O küçük bir isyan. O imzanın atılmaması insanlık onuruna ait bir şey. Çünkü ‘kan parası’ dedikleri insanlık onurunu ayaklar altına alan bir şey. Şirket, bu meselenin peşini bırakmanız için size bir sözleşme imzalatarak sizin aslında onurunuzu yerle bir etmeye çalışıyor.

Çok erken bir soru ancak yeni projeler var mı?

Bir üçleme yapmak istiyorum. Bu filmde inşaat işçilerini anlattım. İkinci filmde aynı lüks siteye taşınan beyaz yakalı bir çiftin hikâyesini anlatmak istiyorum. Üçüncü filmde ise yine aynı inşaatı yapan müteahhidin hikâyesi olacak.

Canan Aydın / Birgün 



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


Diğer Haberler

NHKM İzmir 6. yaşını tiyatroyla kutluyor

İzmir'in ünlü Kemeraltı Çarşısı'nın girişinde yer alan ve kentin önemli hafıza mekanlarından biri olan Tarihi Konak Sineması'nda 2018 yılının Nisan ayında faaliyetlerine başlayan Nâzım Hi...

Oyunculuğu ve dış görüntüsü eleştirilen ünlü oyuncudan yanıt

“Euphoria” dizisiyle geniş kitlelerce tanınan Sydney Sweeney, kendisi hakkında “oyunculuk yapamayacağını” söyleyen yapımcıya yanıt verdi. Tecrübeli Hollywood yapımcısı Carol Baum, 26 yaşı...


Ferhan Şensoy'un 'Hayrola Karyola' oyunu yeniden sahnelerde

Oyuna ilişkin açıklamada bulunan oyuncu ve yönetmen Metin Zakoğlu, Şensoy'un oyunu 1960'ta Ayfer Feray'la oynadığını belirterek, "İlk onun için yazıyor. Sonra 1980'de kendisi Nurhan Damcı...

Olaysız geçirdiği gün yok... Kanye West bu defa da birini yumrukladı

Müzik dünyasının sansasyonel ismi Kanye West, yeni bir hukuki sorunla karşı karşıya kalabilir. West'in adı bu defa da darp raporlarında geçiyor... Kim Kardashian ile ayrıldıktan sonra bir...


43. İstanbul Film Festivali 28 Nisan’a kadar sürecek

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 43. İstanbul Film Festivali’nin, 16 Nisan Salı akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda açılış töreni gerçekleşti. Festival, 28 Ni...

Ünlü yapım şirketi Participant Media faaliyetlerini durduruyor

Spotlight ve Green Book dahil olmak üzere toplam 21 Oscar ödülüne layık görülen filmlerin ortak yapımcılığını üstlenen şirket Participant Media, kuruluşundan 20 yıl sonra faaliyetlerini d...


Füruzan ve Yılmaz Karakoyunlu İzmir’de anılıyor

İzmir Büyükşehir Belediyesi, 19-26 Nisan tarihlerinde “2. İzmir Uluslararası Edebiyat-Sinema Buluşması”nı düzenliyor. Buluşmada bu yıl yitirdiğimiz Türk edebiyatının önemli yazarları Yılm...

''Bireysel olarak harekete geçmemiz gerekiyor''

Yapımcılığını ve yönetmenliğini Engin Altan Düzyatan'ın üstlendiği, dünyada plastik ve mikroplastik kirliliğinin yol açtığı sorunları konu edinen 'Sen de Fark Et' belgeselinin tanıtımı ya...


Kaygılaroğlu'nun sevgilisinin ilk sergisi için verdiği pozlar büyük tepki çekti

Ünlü oyuncu Uraz Kaygılaroğlu'nun yeni sevgilisinin ilk sergisi için verdiği pozlar sosyal medyaya bomba gibi düştü. Kadına şiddetin bir gün olsun bitmediği Türkiye'de, söz konusu pozlar ...

SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

İbrahim Tatlıses oğluna ‘Yok artık öyle beleşten hayat’ dedi: Mirasını açıkladı

Oğlu Ahmet Tatlıses ve torunu Mert Tatlıses ile davalık olmasıyla gündeme gelen İbrahim Tatlıses miras açıklaması yaptı. İbrahim Tatlıses ‘Aramızda Kalmasın’ isimli magazin programına gön...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Uzmanı uyarı: Grip deyip geçmeyin

Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, "Grip deyip geçmemek gerek. Hafif de olsa altta yatan, eşlik eden hastalığı olan kişilerin bir sağlık kuruluşuna başvurması ve gerekli önlemeleri zamanında alması gerekiyor" dedi. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gürdal Yılmaz, ilkbahar gelinceye kadar sonbahar ve kış aylarında en çok influenza vakalarıyla karşılaşıldığını söyledi.

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR