Yukarı
110085

Silivri'den SES Var-2

23 Aralık 2011 00:41

TGS Başkanı Ercan Sadık İpekçi’nin ısmarladığı tostlar ayran eşliğinde bitmeden, Ankara Gazeteciler Cemiyet Başkan Yardımcısı Ümit Gürtuna’nın tostları geldi… İki tost, ayran eşliğinde hepimizi mutlu etti…

Şimdi hızla 2 Nolu Cezaevine gitmeliyiz. Bu kez daha büyük bir otobüse biniyoruz ve daha uzun yol gidiyoruz. Orada bizleri Nedim Şener, Ahmet Şık, Doğan Yurdakul, Sait Çakır, Coşkun Musluk ve Yalçın Küçük bekliyor.

2 Nolu Cezaevi’nde de aynı işlemler bizi bekliyor… Arandık, kimliklerimiz kayıt altına alındı. Gözlerimizin retina izi… Cep telefon numaralarımız kayıtlandı. Ve aradan geçen bir saati aşkın sürenin ardından cezaevinin içindeyiz. Götürüldüğümüz görüş salonunun üst pencerelerinden biri açık… Tavana, camlara vuran her yağmur damlası inanılmaz yankı yapıyor. Konuşuyorsun, konuşmaların duvarlara çarpıyor geri geliyor, kulaklarını yansıma sesleri dolduruyor. Bu bile büyük işkence… Seslerin yankılanması özel olarak tasarlandıysa çok başarılı olmuşlar. Yok istem dışıysa o zaman bu binaların tasarlanmasında ve yapımında kusur var. Bu konunun üzerinde durmak istiyorum çünkü Ahmet Şık’ın söylediği şu cümleyi unutamıyorum:

“Bu cezaevinde inanılmaz ses yankısı var. Duvarlarında var. Koğuşumuzun duvarlarına ses yankısını önlesin diye battaniye ya da kilim çakalım, dedik. Cezaevi idaresi kurallarına göre duvara bir şey asmak yasak”

2 Nolu Cezaevinin görüş salonundayız…

Nedim Şener geliyor. Yüzünde o kendine özgün gülümsemesi… Hızlı hızlı yürüyerek geliyor, alkışlar patlıyor, duvarlardan yansıyarak büyüyor. Sarılıyoruz. Hasret giderenler var, Nedim’le çok eski tanış olanlar… Atilla Özsever’le, Ferai Tınç’la, Ercan Sadık İpekçi, Doğan Tılıç ile tek tek sarılıyor, hasret gideriyor.

“Yanmışsın” diyoruz.

Gerçekten solaryum ışınına girmiş gibi yanmış yüzü…

“Kendimi güneşe bırakıyorum havalandırmada, yüzümü güneşe doğru tutuyorum. Enerjiye ihtiyacım var” diyor. Söz Nedim’in:

“Kendimi güneşe bırakıyorum, havalandırmada güneş altında durarak kendimi şarj ediyorum. Milliyet’e 17 yılımı verdim, kendi cenaze törenini hayal ettiğimde hep Milliyet’in önünden törenle kaldırıldığını görüyordum. Öyle hayal ediyordum”

Arada Ferai Tınç’ın sesi duyuluyor, belli ki duygulandı ve Nedim’i teselli etmek istiyor:

* Merak etme Nedim’cim o da gerçekleşir…

Bu söz şakalaşmaya neden oluyor. Ferai Tınç çok zekice, “Elbette vakti zamanı gelince” diyor.

Nedim Şener sürdürüyor:

“Şimdi Milliyet Gazetesi’nden atıldığımı yazdılar bu doğru değil. Cemaatçılar Milliyet’ten atıldım diye yazıyorlar ve sonra da buna kendileri inanıyor ve seviniyorlar. Oysa doğru değil, Milliyet Gazetesi satıldıktan sonra Hanzade Hanım benim Doğan Haber Ajansı kadrosuna geçmemi önerdi ben de kabul ettim.”

VARLIĞIM TÜRK BASININA

“Kızım oldu, baba olarak onun yaşıtı kızları gördüğümde “Acaba kimin kızı” diye bakıyorum. Kendi kızım geliyor hemen gözlerimin önüne. Biz meslektaşız. Haksız yere böyle yerlerde kimse kalmamalı, kalmasın. Ama bizim meslektaşlarımız kendi meslektaşlarını imha edercesine hareket ediyorlar. Oysa bilmeliler ki kardeşin, kötü de olsa senin kardeşin… Komployu kuranlar o kadar iyi biliyorlar ki bizim suçumuz yok. Siz bizim masumiyetimizi o kadar iyi anlatıyorsunuz ki, siz anlattığınız için ben size daha fazla anlatmıyorum. Ama şunu söylemek istiyorum ki, Bülent Arınç beni çok şaşırttı. Kendimi özgürlük savaşçısı olarak görsem eyvallah diyeceğim de…”

Basın özgürlüğü için ne diyeceğini soruyoruz.

“Hımmm, eeee” demeden, “Basın özgürlüğü için ne diyeceğimi soruyorsunuz. Basın özgürlüğü için ne denir, varlığım Türk Basınına armağan olsun…”

Nedim yeniden sarılıyor her birbirimize… Alkışlar arasında yürüyor hücresine doğru. Ardından bakakalıyoruz, “Tez zamanda ailene, okurlarına, sevdiklerinize kavuşmanız dileğiyle” diyoruz…

SOSYALİST AHMET ŞIK

Ahmet Şık geliyor… Üzerinde uzun bir hırka, kot pantolon… Gülümseyerek, el sallayarak. Sarılıyoruz. Yüreğimize bastırıyoruz Ahmet’i. “Dokunan Yanar” diye Türk demokrasi ve yazın tarihine not düşen bu kardeşimizi.

Ahmet, “Ben sosyalistim, benim dünya düşüncemi bilmeyen yoktur” diyor. Tüm düşüncelere saygı duyduğunu ancak yazdığından ötürü burada bulunduğunun bilincinde.

Ahmet Şık konuşuyor:

“Şimdi yürüyüşlerde gazeteci arkadaşlarımız, Gazetecilere Özgürlük Platformu pankart açıyor, “Özgür Basın Susturulamaz” diye. Hiçbir zaman özgür basın olmadı ki susturulsun. Basının özgürleşmesi için büyük bir mücadele gerekiyor. Ne olacak, kırmızı kiremitli, mavi panjurlu bir medyamız olacak. Bugün benim burada bulunduğumun 64’üncü günü, gözaltıyla birlikte 66 gün. Günler akıp geçiyor. Bizim bugün bağırdıklarımızı, Mustafa, Tuncay çok önceden bağırdı.”

Sonra sözü cezaevinin koşullarına getiriyor:

“Bu cezaevinde müthiş bir yankı problemi var. Yankıyı önlemek için duvara bir şey de asmak yasak. Radyo aldık, çalmıyor, çünkü çekmiyor. Televizyonda haberleri izliyoruz. Burası cezaevi değil, eza evi… Su saatle akıyor. Sıcak su haftada iki kez saatle akıyor. Ama beni en çok rahatsız eden ses yankısı”

Ergenekon davası ile ilgili konuşurken Ahmet Şık, gazetecilere yönelik operasyonu büyütme çabası içine girdiklerini ancak başarılı olamadıklarını söylüyor ve “Kamuoyu oluşturabilselerdi operasyonu büyütebilirlerdi. Ergenekon için ne diyebilirim, düzmecedir diyebilirim” diyor.

Mesleğe başladığı günden bugüne gazetecilikle ilgili pek çok soruna, örgütsüzlüğe tanık olduğunu ancak son dönemde yaşananlara akıl sır erdirmenin mümkün olmadığını söylüyor, “Türedi gazeteciler var. Türetilen gazeteciler. Dün adı sanı hiç olmayan, meslekte hiç birikimi olmadan ortaya çıkartılan ve kullanılan gazeteciler var. Gazeteciliğin bu olaylardan sonra iyi yöne çevrileceği inancını taşıyorum. Bu olaylar turnusol görevi görüyor” diye ekliyor.

“Siz Ergenekon’dan sanık olan herkesin suçlu olduğunu mu sanıyorsunuz?” sorusunu sorduktan sonra sözlerini Başbakan’a sorduğu bir soruyla sonlandırıyor:

“Başbakan konuşuyor, bize suç isnat ediyor. Başbakan bizzat açıklasın biz hangi suçtan yatıyoruz? Bunun yanıtını bekliyorum”

Vakit dar… İmkan olsa her biriyle saatlerce sohbet edebiliriz. Doyum olmuyor… Ancak süre doluyor. Ahmet’le sarılırken, “Gavur İzmir”e selamlar…” diyor.

“Gavur İzmir”e Ahmet Şık’ın selamı var…

EN GENÇ GAZETECİ: SAİT KEKEÇ

Evladımız yaşında desek, değil. Benim büyük oğlumdan yedi yaş küçük. Genç yaşta, okurken demir parmaklıkların ardına atılmasına üzgün ailesi… Ablası bir gün önce fotoğrafını yüreğine bastırarak konuşuyordu kongre salonunda. “Kardeşimi görmek için Almanya’dan geldim. O okuyor ve yazıyordu, onun ne suçu olabilir. Savcı Zekeriya Öz, onu savcı olan büyük ağabeyimize olan kızgınlığından ötürü tutuklattı” diye feryat ediyor, gözyaşı döküyor salonda bulunanları da ağlatıyordu.

Sait Kekeç, alkışlarla geldi. Herkesle tek tek tanıştı. Burada bulunan en genç gazeteci benim. Coşkun Musluk, Yalçın Küçük ile birlikte kalıyoruz. Ben bu davanın siyasi bir dava olduğunu düşünüyorum. Ergenekon davası aslında çok önemli bir dava. Bu dava sayesinde gazeteciler ile jurnalciler ayrışıyor ve aralarındaki fark ortaya çıkıyor.

Ben Oda TV’de yazıyorum ancak para almıyorum. 22 yaşındayım, İstanbul Üniversitesi Yüksek Lisans öğrencisiyim. Kariyer planlamam değişti. Bundan böyle gazeteci olmak ve bu yolda yürümek istiyorum”

MUSLUK: BAZEN ÜZÜLÜYORUM

Coşkun Musluk’u da ilk kez göreceğim, Sait Kekeç gibi. Coşkun da, Sait gibi genç ve iş yaşamının daha ilk basamaklarında… Onu göreceğimi öğrendiğimde bir bilgilenme gereği duydum. Kimdir, Coşkun Musluk, diye…

Çoğunluğu ODTÜ öğretim üyelerinden 305 kişinin imzayla özgürlük istediği genç bir araştırma görevlisi. ODTÜ’de araştırma görevlisi, kadrosu Gaziantep Üniversitesi’nde. Öğretim üyeleri onunla ilgili imzaladıkları bildiriye internet üzerinden ulaşabilirsiniz. Bildiriden çarpıcı cümleleri burada yazmak istedim:

“Akademik özgürlükleri ve bilimsel bilgi üretimini de baskı altına alan bu sürecin son mağdurlarından biri, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Coşkun Musluk’tur. Kendisi, son soruşturmalar kapsamında tutuklanarak temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmış, akademik geleceği zora sokulmuştur. Daha önceki uygulamalar dikkate alındığında, tutukluluk süresinin hükümsüz bir cezalandırmaya dönüşmesi tehlikesi bulunmaktadır. Akademisyenlerin mesleklerini icra ederlerken ürettikleri bilgi, belge, eser ve yorumlarından ötürü tutuklanabilecekleri şüphesi, akademik özgürlüğe vurulacak en büyük darbedir. Bu, sosyal bilimciler açısından özellikle kaygı verici sonuçlar doğurur”

Coşkun Musluk anlatıyor:

“Oda TV’de yazar olduğum için gözaltına alındım, tutuklandım. Ben sosyalistim. Kürt sorununun çözümüne yönelik yazıyorum. GÖP çok güzel bir iş yaptı. Büyük belirsizlikten kurtardı. Ben de her mahpusun çektiği sıkıntıları çekiyorum. Başka gazeteciler gözaltına alınmasın ben onların yerine 3 yıl daha yatmaya hazırım. Bizi üzen nedir? Gazeteciler arasında ayrım yapılarak sürdürülen mücadeledir. “Ahmet, Nedim onurumuzdur” sloganı atılıyor. Diğer gazeteci arkadaşlarımız konusunda ne düşünülüyor. Ayrımsız bir mücadele yürütülmelidir diye düşünüyorum. Ahmet Şık’ı duyuyoruz, bahçede Avusturya işçi marşını söylüyor, hoşumuza gidiyor onun sesini duymak.”

Coşkun’a anlatıyor arkadaşlarımız. Kimseyi, kimseden ayırt etmeden gazeteciler adına, basın özgürlüğü adına sürdürülen mücadelenin içinde olunduğu. Ancak bazı isimlerin bu davalarda simge isimler haline geldiğini. Nedim’in, Ahmet’in, Mustafa’nın, Tuncay’ın, Soner’in daha çok tanınması, bilinmesinin bu duruma yol açtığını söylüyoruz…

YALÇIN KÜÇÜK: GENÇLEŞİYORUM

Yalçın Küçük geliyor, kırmızı atkısı, şapkası… Alkışlıyoruz.

Tek tek el sıkıyor. Oturuyor karşımıza… Neşeli, esprili… Hani dünya yansa umurunda değil dersiniz ya, ceza yatmanın stresi yanına uğramamış. Anlatıyor:

“Her hapse girdiğimde kendime hedef koyarım. İçeride 10 yaş gençleşerek dışarı çıkmayı hedeflerim ve başarırım. Sabah 6.30’da kalkıyorum, 8.30’da sayım oluyor. Hapiste inanılmaz yaratıcı olursunuz, yaratıcılığınız gelişir. Arkadaşlar kantinden simit almışlar, bayatlamış. Semaver var, üstüne bir şey koyuyorsunuz, onun da üstüne simiti koyuyorsunuz, taze oluyor.

Bu benim cezaevine beşinci girişim. Benden tecrübeli olan tek kişi var Doğu Perinçek. Ama gözaltına alınma olunca ben ondan da tecrübeliyim. Ben sıklıkla gözaltına alınırdım. Uğur Mumcu benim için “gözaltına alındı” demezdi, “haftalık olağan görüşmesini yapıyor” derdi. Basın özgürlüğüne ilişkin mesajım yok ama çok iyi iş yapıyorsunuz. Gazetecilere Özgürlük Platformu çok önemli bir görev görüyor.

Devlet memurluğu yaptım. Turgut Bey de, Süleyman Bey de bizim yanımızdaydı. Bizde devlet terbiyesi vardı. Her seferinde ifade vermiştim. Ama bu kez ifade vermedim. Ben nasıl ifade verirsem vereyim fark etmeyecek beni tutuklayacaksınız bu nedenle cevap vermeyeceğim, dedim. Beni aldığınız için görevden alınacaksınız, dedim.”

Yalçın Küçük’le de vedalaşıyoruz.

YURDAKUL ÇOK MEŞGUL

2 Nolu Cezaevi’nin son gazeteci tutuklusu Doğan Yurdakul… Doğan abi göründü kapıda. Alkışlara, elini kaldırarak tepki verdi. Sarıldık, öpüştük… 65 yaşını buldu Doğan Yurdakul, Egeli, Aydın’ın Bozdoğan ilçesinde doğan önemli bir isim. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne, Vincennes ve Cenevre üniversitelerinde lisansüstü öğrenim gördü. “Yenigün”, “Ulus”, “Vatan”, “Aydınlık”, “Evrensel”, “Siyah-Beyaz”, “Günaydın” gazeteleri ile “Kim”, “Yön” ve “Devrim” dergilerinde çalıştı. “32. Gün” adlı televizyon programının Ankara temsilciliğini yürüttü. 35 yılın ardından emekli oldu. 1998’den bu yana yaşamını çevirmenlik yaparak ve kitap yazarak sürdürüyor. Oda Tv yazarlığı getirdi bu tutukluluğu… Doğan Yurdakul, Ahmet Şık ve Nedim Şener ile aynı koğuşta kalıyor. Bundan memnun ancak Ahmet ile Nedim ondan pek memnun değilmiş…

Sebebi de odasına kapanıp saatlerce kalmasına içerliyorlarmış… Arada bir kapıyı tıklatıp “Abi gel biraz da sohbet edelim” diyorlarmış. Sebebi Yurdakul’un, Fransızca-Türkçe sözlük yazması ve bu nedenle çok meşgul olması…

Doğan Yurdakul anlatıyor:

“Sözlüğü bitirdim. Fransızca-Türkçe sözlük yazdım. Elle yazıyorum ve beni çok oyalıyor, hiç boş vaktim olmuyor. O nedenle arkadaşlarıma fazla vakit ayıramıyorum. Zaten onlar da hem yazıyor, hem okuyorlar. Geçmişte de cezaevinde yattık, o zaman dayak vardı, işkence vardı.

Ancak 40-50 kişi kalırdık, dayanışma olurdu. Şimdi kesin tecrit var, yalnızlaştırma var. Coşkun’la, Sait alt katta kalıyorlar ancak görüşemiyoruz.”

Yurdakul, “Hukuk öldü, kamu vicdanı ölmesin. Siyaseti izliyoruz, bakalım ne olacak”, diye son noktayı koyuyor görüşmeye.

2 Nolu Cezaevi’nin insanı yorgun düşüren yansımalı salonundan çıkıyoruz…

Dışarıda yağmur hızını arttırmış…

Cezaevinin etrafını çeviren duvarlardan sular yere doğru hızla düşüyor…

Biz Oda TV’nin yazarı, Silivri’nin gazeteci tek kadın Müyesser Uğur (Yıldız) ile görüşeceğiz…

Başkent Üniversitesi kurucu rektörü, Başkent TV kurucusu Profesör Mehmet Haberal da bizi bekliyor.

Onları da ziyaret edeceğiz…

Adalet Bakanlığı’ndan yazılı iznimiz var. Yaşasın Adalet…

İşte O Mektuplar



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


Diğer Haberler

İsias Oteli davasında ikinci duruşma: Aileler 'olası kasttan' yargılama istiyor

6 Şubat depreminde yıkılan, 35’i Gazimağusa Türk Maarif Koleji voleybol kafilesinden 72 kişinin yaşamını yitirdiği Grand İsias Otel davasının ikinci duruşması Adıyaman’da başladı.

'Ülkü Ocakları, Türkü Ocakları diye belediyeye doldurmuşsunuz'

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, meclis toplantısında konuştu. MHP'li bir belediye meclis üyesi ile tartışan Seçer, "Ülkü ocakları diye partinizin elemanlarını doldurmuşsun...


CHP'li başkanlardan Tayfun Kahraman için özgürlük çağrısı

Gezi davasından 2 yıldır tutuklu olan İBB bürokratı Tayfun Kahraman’ın özgürlüğüne kavuşması çağrısıyla İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İstanbul’daki CHP’li ilçe belediye başkanları sosyal ...

Acılı babanın isyanı... Özel, böyle dinledi

CHP lideri Özel'in, Denizli ziyaretinde konuşma yaptığı sırada bir kişi "Kızım öldü, nerede devlet, nerede CHP" diye bağırdı. Acılı babaya destek sözü veren Özel "Senin acın benim acım. S...


Meteoroloji'den 35 il için sarı kodlu uyarı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan son değerlendirmelere göre: Ülkemiz genelinin parçalı yer yer çok bulutlu, Marmara, İç Anadolu’nun doğusu, Batı ve Orta Karadeniz, Doğu Kara...

Sarallar'a operasyon: Ümit Saral'ın kardeşi Hakkı Saral yakalandı

Bursa merkezli 7 ilde düzenlenen “Mahzen-32” operasyonlarında, cezaevinde olan Ümit Saral’ın kardeşi Hakkı Saral’ın elebaşılığını yaptığı organize suç örgütü çökertildi. Operasyonlarda el...


MSB'den 'Irak' açıklaması...

Milli Savunma Bakanlığı, terörle mücadele kapsamında Irak'la sınır güvenliğini artırmak için önemli bir adım attı... Bakanlık, Irak'a sınır güvenlik sistemlerine ilişkin olarak destek ver...

Fahrettin Koca: Aşıların yüzde 86'sı ülkemizde üretilecek

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, "Hıfzıssıhha-Türkiye Aşı ve Biyoteknolojik Ürün Araştırma ve Üretim Merkezi'nin ilk etap inşaatı yakında tamamlanıyor. Merkezin hizmete girmesiyle, 2028'den ...


Sosyal medya tartışması cinayetle bitti: 8 kişi gözaltında

Kocaeli'nin Darıca ilçesinde sosyal medyada başlayan tartışma cinayetle sona erdi. Kar maskeleri ile kahvehaneyi basan iki kişi, 19 yaşındaki Arda Yücel Ekşioğlu'nu öldürdü. Olayla ilgili...

SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

Kerem Bürsin'in paylaşımı sosyal medyayı salladı

Oyuncu Kerem Bürsin'in Instagram hesabında paylaştığı kaslı vücudu sosyal medyayı salladı. 'Şeref Meselesi', 'Güneşi Beklerken', 'Ulan İstanbul', 'Sen Çal Kapımı' ve 'Ya Çok Seversen' gib...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Sıcak geçen ilkbahar kabusu erken getirdi

Hava sıcaklığının mevsim normalleri üzerinde seyretmesinden dolayı Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığını bulaştıran keneler doğada erken görülmeye başladı. Uzmanlar keneler konusunda vatandaşı dikkatli olmaya çağırdı...

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR