Yukarı
12

Mehmet Atak

Dünden bugüne Musul sorunu, Ankara Antlaşması ve BOP Projesi

23 Eylül, 2017

   OSMANLI TERK EDER

   Musul, 1118 tarihinden itibaren Selçuklu toprağı ve 1517’den itibaren de bir Osmanlı vilayetidir. Fakat Birinci Dünya Savaşı bitiminde 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, İngiliz ordusu 1 Kasım 1918’de Osmanlı’nın ahaliye zulmetmesini! bahane ederek ve mütarekenin 7. maddesini işleterek lüzumlu gördüğü stratejik noktaları işgal edebileceğini belirterek Musul’a girmiştir.

   Osmanlı yönetimi, İngilizlere karşı konulmamasını ve Musul'un terk edilmesini Osmanlı birliklerinin komutanı Ali İhsan Paşa 'ya bildirir. 15 Kasım 1918’de Musul’u terk eden Osmanlı birliklerinin ardından İngilizler, Şeyh Mahmut yönetiminde bir Kürt hakimiyeti kurmaya başlamışlardır.

   MUSTAFA KEMAL MUSUL'A BİRLİK GÖNDERİR

   Musul’da bu fiili durum devam ederken İngilizler, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal edip Mebusan Meclisi'ni dağıtarak yakaladıkları Ulusalcı milletvekillerini tutuklarlar. Bundan kurtulan milletvekillerinin bir kısmı Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde başlatılan Millî Mücadele’ye katılırlar.

   Musul’un İngiliz-Arap idaresine girmesini istemeyen Kürt ve Türkmenler de Anadolu’da başlayan bu mücadeleden cesaretle İngilizlerle çarpışmaya başlamışlar, Mustafa Kemal de onların silahlı mücadelesini desteklemiştir.

   Mustafa Kemal’in etkisini gören İngilizler, Lord Curzon’un tüm karşı çıkmalarına rağmen, onunla irtibata geçmek isterler. Mustafa Kemal ise, İngilizlerle yapılacak olan görüşmelerde Türkiye’nin elini güçlendirmek için 1921 Aralık ayında bölgeye Özdemir Bey komutasında asker sevk edip Revanduz’u (Erbil'in 107 km kuzey-doğusu) ele geçirtir. Bölgede görevli Türk birliği, 21 Ağustos 1922’de İngilizleri yenip Musul’a iyice yaklaşır; bundan iyice cesaretlenen bölge aşiretleri de İngilizlere karşı mücadeleyi şiddetlendirirler.

   Bu mücadele sonucunda İngilizler; her ne kadar Süleymaniye’yi terk etmek zorunda kalsalar da, Ortadoğu'nun meşhur ayak oyunları sonucu, Şeyh Mahmud'un desteği ile (satın alınması sonucu) aşiretlerin mücadele kararlılığını zayıflatmayı başarırlar. İngilizler, Şeyh Mahmud’un bu işbirliğinden kısa bir süre sonra Mustafa Kemal’le irtibata geçtiğini öğrenince, bu kez Seyyit Taha’yı devreye sokar ve Kral Faysal’ın Irak’taki egemenliğini yasallaştırmak için düzenledikleri seçime karşı çıkan Musul ileri gelenlerini tutuklatırlar.

   Musul’u elde etmenin tek yolunu silahlı mücadelede gören Mustafa Kemal, Özdemir Bey’e takviye birlikler gönderir; ancak Anadolu’daki Yunan işgali nedeniyle daha önce bu bölgeye gönderilen birliklerin bir kısmını geri çekmek zorunda kalınca, buradaki Türk birliği zayıf düşer ve takviye edilen İngiliz birlikleri tarafından geri püskürtülür.

   Böylece Musul, daha Lozan görüşmeleri bitmeden tamamen İngiliz egemenliğine geçer.

   YÜZ YILLIK BİR EMPERYALİST PROJE

   Irak'ın kuzeyinden Türkiye'nin güneyine uzanan Kürdistan Projesi esasında "Petrol yataklarına el koyma" planıdır ve en az 100 yıllık bir emperyalist projedir. Özerklik bu projenin ilk ayağıdır. Asıl amaç, başta İngiltere olmak üzere emperyalistlerin sömürülebilecekleri bağımsız bir devletçiktir.

   Nitekim Milli Mücadele yıllarından itibaren ayrılıkçı Kürtler ve onları destekleyen İngiliz emperyalizmi, önce özerk sonra bağımsız Kürdistan planları yapmıştır. İngiliz arşivi bu yöndeki raporlarla doludur. Örneğin, 26 Mart 1920'de İngiliz Amiral Sir F. de Robeck'ten Lord Curzon'a gönderilen bir raporda “Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır…” denilmişti.

   SEVR'İN KÜRDİSTAN MADDELERİ

   10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması'nın “Kesim III, Kürdistan” başlığını taşıyan 62-64. maddeleri, Türkiye'nin güneyinde, Irak'ın kuzeyinde aşamalı olarak önce özerk, sonra bağımsız bir Kürdistan kurulmasını hükme bağlamıştı.

   62. maddeye göre Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden sonraki 6 ay içinde İstanbul'da İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden üçer kişilik bir komisyon toplanıp “Suriye, Irak ve Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün olduğu bölgelerin yerel özerklik planını” hazırlayacaktı.

   63. maddeye göre Türkiye, bu komisyonların “Özerk Kürdistan” kararını, kendisine bildirildikten sonra 3 ay içinde yürürlüğe koymayı kabul edecekti. (Kabul etmeme hakkı bile yok.)

   64. maddede ise açıkça “Bağımsız Kürdistan”dan söz edilmişti. Maddenin devamında da “Bağımsız Kürdistan” kurulduğunda Musul'daki Kürtlerin de kendi istekleriyle bu devlete katılmalarına Müttefik devletlerin hiçbir şekilde karşı çıkmayacakları belirtilmişti. (Bu gün yapılmak istenen referandumlar ne zaman planlanmış, görüyor musunuz? )

   Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde yürütülen Milli Mücadele kazanılınca, 433 maddelik “idam fermanı” Sevr Antlaşması tarihin çöp tenekesine atıldı. (Ama onlar tarafından hiç unutulmadı.)

   LOZAN'DA ÇARPIŞAN TEZLER

   Türkiye, Lozan Konferansı'nda Türklerin ve Kürtlerin “kaderleri ortak bir millet” olduğu tezini savundu. Bu tez, bir yıl kadar sonraki 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” şeklinde ifade edilecekti.

   İngiltere ise tam tersine Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu belirterek “Özerk Kürdistan” tezini savunuyordu. Lord Curzon, 23 Ocak 1923'te Lozan'da, “Güney Kürdistan” dediği Musul vilayetinde, yani Kuzey Irak'ta İngiltere'nin Kürtlere özerklik vereceğini, Kürtçe eğitim veren okullar açacağını, Kürtçeyi yazı dili haline getireceğini anlatmıştı. (Ne kadar tanıdık, değil mi?) (Seha Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, C.1, İstanbul, 1993, s. 350).

   LOZAN KONFERANSI VE MUSUL SORUNU

   Türkiye Lozan'da, İngiltere'nin özerk veya bağımsız Kürdistan planlarını bozdu, ama Musul'u alamadı. İsmet Paşa'nın tüm direnişine rağmen İngiltere, Musul'u Türkiye'ye vermedi.

   Lozan görüşmelerinde, İngiltere’nin Musul konusundaki uzlaşmaya yanaşmayan tutumu nedeniyle İsmet Paşa sırf barışa engel olmamak için sorunu bir yıl içinde İngiltere’yle çözmeye razı olur, konu konferans gündeminden çıkarılır ve anlaşmanın 3/2 maddesi şöyle düzenlenir:

   “Türkiye ile Irak arasındaki sınır bu anlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak dokuz aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla saptanacaktır. Öngörülecek süre içinde iki hükûmet arasında bir anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti’ne götürülecektir.”

   Atatürk, İzmit basın toplantısında (16 Ocak 1923) Musul'un öneminden de şöyle söz etmişti:

   “Musul bizim için çok kıymetlidir. Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti oluşturmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız içindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak için sınırı güneyden geçirmek lazımdır…” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 14, s. 269, 270).

   Atatürk, Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürdistan'ın -Türkiye'deki Kürt nüfus nedeniyle- Türkiye'yi tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu projeye engel olmak için sınırı Musul'u da içine alacak biçimde güneyden geçirmek istiyordu.

   LOZAN SONRASI GÖRÜŞMELER

   Lozan sonrası yapılan görüşmeler İngiltere'nin uzlaşmaz tutumu nedeniyle sonuçsuz kaldı. 6 Ağustos'ta İngiltere konuyu Milletler Cemiyeti'ne götürdü. Ne tesadüf ki, 7 Ağustos'ta Nesturiler, Hakkâri Valisi'ni pusuya düşürüp esir aldılar ve Nesturi ayaklanmasını başlattılar. Ayaklanmaya İngiliz uçakları da destek verdi. (Şimdilerde dostumuz! ABD'nin yaptıklarının yüzyıl önceki versiyonu.)

   Milletler Cemiyeti Konseyi, 30 Eylül 1924 tarihli oturumunda 3 üyeli özel bir komisyon kurulmasına karar verdi. Londra'da, Türkiye'de ve Bağdat'ta incelemeler yapan komisyon, 16 Temmuz'da hazırladığı raporu Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği'ne sundu. 29 Ekim 1924'te Brüksel'de olağanüstü bir toplantı yapan Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye ile Irak arasında “Brüksel Sınırı” denilen geçici bir sınır belirledi. Bu, Musul'u Irak'a bırakan bir sınırdı.

   Başka bir güzel! tesadüf sonucu, 13 Şubat 1925'te Şeyh Sait İsyanı (bugün Diyarbakır'da meydanlara Şeyh Sait ismi verilmesi de başka bir tesadüftür) çıktı. Bu isyan Türkiye'nin, Türk-Kürt birlikteliği tezini maalesef zayıflattı. Sonuçta Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925'te Brüksel Hattı'nın kuzeyini Türkiye'ye, güneyini ise Irak'a bıraktı. Türkiye, Milletler Cemiyeti kararından bir gün sonra, 17 Aralık 1925'te SSCB ile bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması yaparak tepkisini gösterdi. Ama kararı da tanımak zorunda kaldı.

   SINIRIN SİGORTASI ANKARA ANTLAŞMASI

   Bu günlerde yeniden gündeme gelen Ankara Antlaşması, 5 Haziran 1926'da Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalandı. Böylece bugünkü Türkiye- Irak sınırı çizildi. Antlaşmanın 1. maddesinde ve ekinde Türkiye-Irak sınırı çok ayrıntılı olarak tarif edilmişti. 5. maddesinde ise tarafların, 1. maddede belirlenen sınır çizgisinin “kesinliğini ve bozulmazlığını kabul ederek bunu değiştirmeyi amaçlayan herhangi bir girişime geçmemeyi” kabul ettikleri belirtilmişti. Antlaşma, sınırlar konusunda süresizdi. Sınır değiştirilmemek üzere çizilmişti.

   II. Dünya Savaşı'ndan sonra 29 Mart 1946'da Irak ve Türkiye arasında Ankara'da bir antlaşma daha yapıldı. O antlaşmanın 1. maddesine göre de “1926 Antlaşması ile belirlenmiş ve çizilmiş sınıra saygı” gösterileceği belirtilmişti. (İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, C 1, Ankara, 2000, s. 314-316.)

   Evet, 1926 Ankara Antlaşması'yla Musul alınamadı; ama Türkiye-Irak sınırı kesinleşti.1926'daki bu “sınır rejimi” ile bir anlamda Türkiye ve Irak arasında özerk veya bağımsız Kürdistan kurulması önlendi. Bu anlaşma sınırın sigortası oldu.

   1932'de Irak'taki İngiliz mandasının sona ermesiyle Türkiye-Irak arasında 1937'de Sadabat Paktı'yla sonuçlanacak iyi ilişkiler kuruldu.

   Özerk veya bağımsız Kürdistan Projesi, 1990'larda BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde bu sefer bir Amerikan projesi olarak gündeme geldi. Türkiye'nin bu projeye karşı büyük bir özenle Ankara Antlaşması'nın sınır rejimini ve Irak'ın toprak bütünlüğünü savunması gerekirdi. Ancak özelikle AKP hükümeti ve BOP Eşbaşkanı sıfatıyla Başbakan, Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni tanımak için adeta can attılar ve 1926 Ankara Antlaşması'nın 90 yıllık “sınır rejimi”ni maalesef kendi eliyle bozdular.

   MUSUL PETROL GELİRLERİ

   Ankara Antlaşması okullarda bile bizlere yıllarca yanlış öğretildi. Güya Ankara Antlaşması'yla Türkiye, 500 bin sterlin karşılığında Musul petrollerinden alacağı paydan vazgeçmişti! Neredeyse bütün siyasi tarih kitaplarında yıllarca bu yanlış tekrarlandı. Oysaki gerçek başkaydı:

   Ankara Antlaşması'nın 14. maddesinde Türkiye'nin, Irak'ın petrol gelirlerinden 25 yıl süreyle yüzde 10 pay alacağı belirtilmişti. Antlaşmaya ekli, 5 Haziran 1926 tarihli, İngiltere ve Irak yetkililerinin Türkiye'ye sundukları mektupta ise Türkiye isterse payını, 500.000 Sterlin nakit olarak tek seferde alabilecekti. Ancak Türkiye bu teklifi değil, 25 yıl süreyle yüzde 10'luk teklifi kabul etti. Irak'ta 1927'de petrol çıkarılmaya başlandı. Petrol boru hattı da 1934'te tamamlandı.

   1934'ten 1951'e kadar 18 yılın bütçe kanunları incelendiğinde, “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” başlığı altında, bu gelirin tahsil edildiği görülebilir. Petrol geliri 1955 yılına kadar bütçede vardır. Hatta 1954'te yüklü bir ödeme alınır. 1955-1959 arasında ise ödeme yok. Anlaşılan, 1955'te Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kurulunca Menderes hükümeti alacakları tahsil etmedi. Nitekim Bağdat Paktı antlaşması Meclis'te görüşülürken birilerinin çok sevdiği Başbakan Adnan Menderes gülümseyerek, “Terazinin bir gözüne Irak'ın dostluğunu, diğer gözüne de alacağımızı koyuyoruz!” demişti. (Sanki babasının alacağı.)

   1958'de Irak'ta General Kasım'ın bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinden sonra Türkiye petrol gelirlerini tahsil edemedi.1959'dan 1985'e kadar petrol gelirleri bütçeye “alacak” olarak girdi. Ancak 1986'da Başbakan Turgut Özal o tarihe kadar bütçede biriken, Irak petrol gelirinden hukuken vazgeçti.

   Türkiye'nin Irak petrol gelirinden alması gereken 25 yıllık pay yaklaşık 5.5 milyon sterlindir. Bunun 3.5 milyon sterlini alınmıştır. Yaklaşık 2 milyon sterlin alacak kalmıştır. Ancak Hikmet Uluğbay'ın iddiasına göre alacak 5.5 milyon değil, en az 29.5 milyon sterlindir. 1955 yılına kadar ödenen miktar ise sadece 3.5 milyon sterlindir. Bu durumda, Türkiye'nin Irak petrollerinden 2 milyon sterlin değil,en az 26 milyon sterlin alacağı vardır. Söz konusu alacağın oluştuğu tarihteki fiyatlara göre karşılığı ise en az 30.2 milyon varil petroldür. (Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, 3. Bas, Ankara, 2008).

   OLMAYAN MADDE

   91 yıldır unutulan ve unutturulmaya çalışılan Ankara Antlaşması ve AKP iktidarınca neredeyse hezimet olarak ilan edilen Lozan, Barzani'nin sözde Bağımsızlık Referandumu kararı ile birdenbire hatırlanıverdi!

   Ancak o da ne? Birileri antlaşmaya hayali bir madde eklemişti! Güya, Ankara Antlaşması'na göre Türkiye, “Irak'ın toprak bütünlüğünün sağlanması şartıyla” Musul'u Irak'a terk etmişti! Oysaki tarihsel gelişimini anlatmaya çalıştığım 1926 Ankara Antlaşması'nda bu veya buna benzer bir madde yoktur. Evet Irak sınırı çizilmişti ve Türkiye-İngiltere ve Irak tarafından değiştirilmeyeceği kararlaştırılmıştı ama bugün sınırı değiştirmeye kalkanlar bu devletler değil ki!

   Bu sorunu yaratanlar; Peşmerge Başını resmi törenlerle karşılayıp sözde bayraklarını Ankara'da dalgalandıranlardır. "Türkiye seninle gurur duyuyor" diyerek onları kongrelerinde ağırlayanlardır. Şimdi kalmış onlar için, "her istediklerini vermiş, her türlü yardımı yapmıştık, nereden çıktı bu referandum ?" diye şaşıranlardır. Yani suçlular yine kandırılanlardır, ne yazık ki faturası bizlere ve gelecek nesillere çıkmaktadır.

   Ankara Antlaşması'nı imzalayan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini atanların isimleri bu gün unutturulmaya çalışılmaktadır. Onlar, ülkeyi sağlam temeller üzerine kurmuşlardır. Onlar, her şeyi düşünüp planlamışlar. Fakat gün olup Türkiye'de BOP Eşbaşkanı'nın iktidara gelebileceğini nereden bilsinler. Şimdi kalkmış pisliğini temizlemeğe çalışıyor, tehditler savuruyorsun, geçmiş olsun!

   Korkarım olan yine ülkeme ve Mehmetçiğime olacak.



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

Oyuncu Farah Zeynep Abdullah, Kızıl Goncalar iddiasına cevap verdi

Farah Zeynep Abdullah'ın Kızıl Goncalar dizisine dahil olacağı söylentileri sosyal medyada büyük ilgi görmüştü. Ünlü oyuncu iddialara yanıt verdi. Öyle bir geçer zaman ki Masumlar Apartma...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Diyet gıdası krizi: Can kaybı artıyor

Kobayashi Pharmaceutical Co. firmasından yapılan açıklamaya göre, kırmızı pirinç mayası içeren "beni-koji" tüketen bir kişi daha yaşamını yitirdi. Böylelikle şimdiye kadar takviye diyet gıdası "beni-koji" ile bağlantılı ölenlerin sayısı 5'e yükseldi. Ölenlerin cinsiyeti ve yaşı açıklanmadı. 

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR